Hayat, bazen en güzel umudun üzerini kara bir bulut gibi kaplayabilir. Meltem, karnındaki bebeğine sarılıp, hayallerini kurarken, bir sabah kapısının önünde beliren resmi bir zarfın başına neler getirdiğini asla tahmin edemezdi. Gözleri, kocasının kokusunu hala hissettiği anıların arasında kaybolmuşken, o zarfın içindeki kelimeler tüm dünyasını sarsacak bir fırtına gibi çökecekti. O gün, Meltem için sadece bir haber değil, aynı zamanda hayatının en büyük kaybını müjdeleyen bir yıkımın başlangıcıydı. Kocası, vatanı uğruna mücadele ederken kendini feda etmiş, bir kahraman olarak anılacaktı ama geride kalan için bu durum, hayatın tüm renklerini solduran bir hüsran olacaktı. Meltem, kayan yıldızların ardında kaybolmuş bir ruh gibi, kocasının anılarına sarılarak bir dünya inşa etmeye çalışacaktı.
Zaman, Meltem’in acısını hafifletmeye çalışsa da, kocasının anısı her gün onun yanında olacaktı. Düşünceleri, evin dört duvarı arasında yankılanan sesiyle her an ona dönmeye devam edecekti. Gözyaşları, bazen bir nehir gibi akabilirken, bazen de içindeki denizleri kurutacak kadar yükselebiliyordu. Bebeği, ona yeni bir umut sunarken, aynı zamanda kocasının yokluğunun da derin izlerini taşıyacaktı. Meltem, bir yandan anne olmanın verdiği mutluluğu yaşarken, diğer yandan kalbinde bir yarayla yaşamak zorundaydı. Bu çelişkili duygular içinde, kocasına bir veda mektubu yazmayı düşleyecek; kelimeleriyle onu yüreğinde yaşatmanın yollarını arayacaktı. Vatan sevgisi ve aile bağı, onu hayatta tutan sarmal olacak; yaşamın ona sunduğu zorluklarla yüzleşirken, kocasının cesaretini kendine örnek alacaktı. Sonuçta, kayıplarımızla büyüyen bir sevgi hikayesi, Meltem’in hayatında sonsuza dek devam edecekti.