Bir yaz akşamı, sıcak havanın sarhoş edici etkisi altında yürüyüş yaparken, gözlerimin önünde beliren sahne ruhuma dokundu. Bir çocuk, çıplak ayaklarıyla, eski bir arabanın kapısını çırpınarak çalmaktaydı. Yüzünde bir çaresizlik ve kaygı ifadesi vardı; gözyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Çocuk, sanki dünyası o metal kapının arkasında hapsolmuş gibi, çaresizlikle çığlık atıyor ve içten içe bir yardım isteğiyle dolup taşıyordu. O an, her şey durdu; zamanın geçişi, ayaklarımın altında çimenlerin yumuşaklığı ve uzaklardan gelen bir melodi hepsi silindi. İçeri baktığımda kalbim bir an durdu, çünkü o arabanın içinde, aslında beklenmedik bir hayat gerçeği vardı. O an, hayatın ne kadar kırılgan ve karmaşık olduğunu bir kez daha anladım.
Küçük çocuğun gözlerindeki korku ve çaresizlik, bir toplumun yüzleşmesi gereken acı gerçeklerdi. O an, sadece bir araba kapısının ardındaki yaşamı değil, aynı zamanda insanlığın derin yaralarını da görmüştüm. Çocukların masumiyetinin, hayatın acımasızlığına nasıl maruz kaldığını düşünmek insana ağır geliyor. Bir kayıtsızlık, bir duyarsızlık içinde kaybolmuşuz gibi hissediyor insan, o çocukların gözünde yansıyan acıdan. Her birimiz, o çocuğun gözyaşlarına bir yanıt olabilmeliyiz. Bir çocuğun ağlaması, tüm dünyayı sarsacak güce sahip olabilir; bu yüzden sessiz kalmamalı, harekete geçmeliyiz. Hayatın gerçekleriyle yüzleşmek, belki de en zor ama en gerekli adım. O an, sadece bir çocuk değil, bizlerin vicdanı da imtihan ediliyordu. Çocuklar geleceğimiz; onların gözyaşı, bizim sorumluluğumuzdur.