Bir asker, yıllarca süren zorlu bir hizmetin ardından, vatanına dönmenin heyecanı ve özlemiyle yola çıkar. Kalbinde coşku, zihninde ise ailesine kavuşmanın hayalleriyle doludur. Ancak evine vardığında, onu bekleyen manzara, hayallerindeki sıcak yuva yerine soğuk bir sessizlikle karşılar. Kapıyı açtığında, beklediği gülümsemeler yerini boşluk ve hüzne bırakır. Ailesinin nerede olduğunu bilmediği bir kaybolmuşluk duygusu yüreğini sıkar. O an, karşısında iki terkedilmiş çocuğun olduğunu görür; gözlerinde hayatta kalma mücadelesinin izleri, yüzlerinde ise belirsiz bir gelecek adına korku vardır. Bu, ona sadece savaş alanında değil, aynı zamanda hayatın başka bir cephesinde de mücadele etmesi gerektiğini hatırlatır.
Asker, kendisini yalnız hissettiği bu anda, iki çocuğun masum bakışlarının ardındaki derin duygusal yükü fark eder. Kayıp bir aile, kaybolmuş bir savaşçı ve şimdi ise yeni bir sorumluluk, hayatının akışını değiştirecek bir dönüm noktası olur. Onları koruyabilmek, hayata tutunabilmek için savaştığı cepheler arasında yer alır. Her gün, çocukların güvenliğini sağlamak için harcadığı çaba, aynı zamanda kendi içinde yeniden doğuşu simgeler. Sevgi ve bağlılık ile yeniden inşa edilecek bir aile hayali, yavaş yavaş zihninde şekillenmeye başlar. Bu yeni bağlılık, ona insana dair en derin duyguları, şefkati ve dayanışmayı hatırlatır. İki küçük kalbinde, Asker'in kaybettiği her şeyin yerini alacak bir bağ filizlenir. Onların geleceği için savaşırken, aslında kendi içsel savaşını da kazanmaya başlar; zira, kaybedilenin yerine konulan sevgi, en büyük zaferdir.