Bir gün, savaşın acımasız yollarında geçen uzun ve zorlu bir sürecin ardından bir asker, eve beklenmedik bir şekilde döner. Kalbinde savaşın yaralarını taşıyan bu adam, evinin kapısını açarken aslında bir evin içinde bir savaşın sürdüğünü bilmeden adım atar. Eşinin kendisine karşı sergilediği soğuk tavır ve evin içindeki huzursuz hava, yüreğinde bir şeylerin yanlış gittiğini hissettirir. Bir an önce sevdiklerine kavuşma beklentisiyle dolu olan asker, gözleriyle evi tararken yaşlı annesinin barındırıldığı kulübenin varlığı onu derin bir meraka sürükler. İçeri girdiğinde, sessizliğin ardındaki gerçeği keşfetmek için kalbi hızla çarpar. Tüm bu süre zarfında, görünmeyen bir düşmanın, belki de en yakınındakilerden biri tarafından varlığını sürdürebileceğini düşünmemiştir bile. Kafasında dönüp duran sorular ve kalbindeki korku, onu gerçeklerle yüzleşmeye zorlar.
Askerin annesinin yaşadığı zulmü öğrenmesi, onun için hayatının en karanlık gerçeğiyle yüzleşmek anlamına gelir. Kendi evinde, kendi ailesi içinde bir savaşın yürütüldüğünü görmek, ruhunun derinliklerine işleyen bir yara açar. Bu durum, ona sevgi ve sadakat kavramlarının ne kadar karmaşık ve kırılgan olabileceğini hatırlatır. Kendi kanından birinin, bir başkasına bu kadar acı çektirebileceği düşüncesi, onun ruhunda derin bir çatlak oluşturur. Annenin gözyaşları, onun için yalnızca bir yaşlı kadının hikayesi değildir; bu, aynı zamanda bir ihanetin, bir kaybın ve belki de bir umudun ifadesidir. Eşinin gerçek yüzünü görmek, askerin kalbinde bir kargaşaya yol açar; ama aynı zamanda ona, gerçek sevginin ne anlama geldiğini de öğretir. Yaşananların ağırlığı altında ezilmeden, doğru olanı yapmak için bir adım atmak zorundadır. İçsel bir dönüşüm geçirmesi gerektiğini anlayan asker, annesine ve kendi içindeki sevgiye yeniden sahip çıkma kararlılığı ile yola çıkar.