Bir sabah, güneşin sıcak ışıkları hafifçe yüzeyini okşarken, genç bir kadın sokakta yürüyüş yapıyordu. Gözleri, karşıdan gelen bir Alman Çoban Köpeği'ne takıldı; köpeğin ağzında bembeyaz bir çanta vardı. Merakla o anı izlerken, köpeğin yürüyüşündeki gurur ve güven, kadının içinde bir sıcaklık uyandırdı. Derken, aniden bir araba durdu; içindeki sürücü pencereden dışarıya kafasını uzatıp çantayı köpekten kapıverdi. O an, kadın için zaman sanki durdu; köpeğin gözlerindeki şaşkınlık ve terk edilmişlik, kalbine bir ok gibi saplandı. Araba uzaklaşırken, köpeğin durumu ve ne olacağı hakkında kafasında binlerce soru belirmeye başladı; bu sırada içindeki merak ve üzüntü birbirine karıştı.
O olaydan sonra, kadın o köpeği ve çantayı her düşündüğünde, hayatın ne kadar garip ve beklenmedik olabileceğini hatırladı. O an, sadece bir çanta çalınma hikayesi gibi görünse de, içinde kaybedilen dostlukları, güveni ve belki de sırları barındırıyordu. O köpek, bir insanın güvenini kaybettiği o anda, bir dost olarak görevini tamamlamıştı ama bir başka dostun elinden alınınca yalnızca bir hayvan olarak kalmıştı. Kadın, belki de bu hayvanın hikayesinin, şehirde gizli bir dert taşıyan birçok ruhla paralel gittiğini düşündü. Bu tür kayıpların hayatın bir parçası olduğunu ve nasıl bazen en masum varlıkların bile ihanetle karşılaşabileceğini idrak etti. O an, kadının zihninde sadece bir çantanın ötesinde, hayatın yüzeyine vuran derin acılar ve hayal kırıklıkları belirdi. Her kayıp, yeni bir acı ve yeni bir hikaye demekti; ve belki de, bu hikaye, onun içinde bir değişim yaratacak bir kıvılcım olabilirdi.