Bir gün, güneş ışınları evin pencerelerinden içeri süzülürken, dışarıda bir milyoncu, lüks arabasıyla kapının önüne yanaştı. Hayatının en yoğun iş günlerinden birini geride bırakan bu adam, eve adım attığında her şeyin normal seyrinde gitmesini bekliyordu. Ancak içeri girdiği an, kasvetli bir havanın evin içinde dolandığını hissetti. Kızının neşeli sesleri yerine, derin bir sessizlik onu karşıladı. İçinde garip bir huzursuzluk belirdi; merakla, odayı dolaşmaya ve kızı Leyla'yı aramaya koyuldu. Leyla'nın bakıcısının, beslenme saatini geçirdiği düşüncesiyle, telaşla odalara girdiğinde, gözlerine inanamadı. Kızının bakıcısı, küçük Leyla'nın üzerine bir örtü sererek, yapmam gereken bir şey var diyerek soğuk bir sesle onun başında duruyordu.
O an, zenginliğin ve gücün hiçbir şey ifade etmediğini hissetti. İçindeki öfke ve korku, onu esir almıştı; sanki tüm dünyası yıkılıyordu. Kızının masumiyetinin tehdit altında olduğunu görmek, ona hayatının ne kadar boş olduğunu hatırlattı. Zamanında yaptığı seçimlerin, onu buraya getirdiğini fark etti. Paranın getirdiği lüks, bu karanlık gerçek karşısında hiçbir anlam ifade etmiyordu. Kızının gözlerindeki korku, onun içindeki çürümüşlüğü yansıtan bir aynaya dönüştü. Şimdi, her şeyin ötesinde bir şeyin peşindeydi: sevgi, bağ kurmak ve ailesini koruma arzusu. O an, insanın içsel derinliklerinde kaybolmuş bir canavara dönüşmesi olasılığı belirdi; ama aynı zamanda bir kurtuluş yolu aradı. Olayların akışı, ona hayatın en değerli hazinesinin ne olduğunu bir kez daha öğrettikçe, ruhunun karanlık köşelerinde kaybolmamak için bir mücadeleye dönüşecekti.