Bir rüzgar esintisi, karargahın ağır havasını sarsarak genç askerin yüzünü okşarken, kaptanın öfkesi odanın köşelerine doğru yayıldı. "Buradan çık! Kadın!" diye haykırdı, sesi yankılanarak duvarlardan geri döndü. O an, gözlerinde bir kıvılcım belirirken genç asker, belki de hayatının en zor anlarından birini yaşıyordu. Kaptanın kalın sesi, cesaretini kırmaya çalışıyordu; ama içindeki ateş, yıllar süren eğitimle, azimle ve hayallerle büyümüştü. O, sıradan bir kadın değil, cesur bir savaşçıydı; gözlerinde, onun kim olduğunu bilmeyen birinin asla göremeyeceği bir kararlılık parlıyordu. Yüreği, bu anın anlamını taşıyacak kadar güçlüydü ve belki de kaptanın gözünde bir kadının yerinin olmadığını göstermek için sahneye çıkmaya hazırlanıyordu.
Bütün engellere ve ön yargılara rağmen, aslında tüm bu yaşananlar sadece birer gölgeydi. Genç asker, cinsiyetinin kendisini belirlemesine izin vermeyecek kadar güçlüydü; her bir nefes, ona cesaret ve kararlılık veriyordu. Kaptanın bakışındaki cehaleti, tıpkı bir tuvali renklendiren fırça darbeleri gibi, onun mücadelesini daha da anlamlı kılıyordu. Savaşın gerçek yüzü, sadece fiziksel değil, zihinsel bir savaştı; ve bu savaşta en büyük düşman, önyargıydı. Bir kadının yürekten gelen cesareti, tüm kalıpları kıracak ve tarihin akışına yön verecek bir güç haline gelebilirdi. İşte bu yüzden, genç asker, yıllar süren eğitiminde öğrendiği her şeyi bu an için biriktirmişti. Sadece bir kadın değil, bir lider olma yolunda attığı ilk adımda, belki de gelecekte birçok kadının ilham alacağı bir simge olacaktı. Ve bu, sadece onun hikayesi değil, özgürlük arayışında olan herkesin hikayesiydi.