Gecenin koyu karanlığında, ay ışığının zayıf parıltıları arasında devriye atarken, birden karşıma küçük bir kız çıktı. Hemen yanı başımda beliren bu naif siluet, sokağın köşesindeki bir gölgede kaybolmuş gibiydi. Çiğ düşmüş, ıslak bir çimenin üzerinde duruyordu, elinde küçük bir oyuncak bebek sıkıca tutmuştu. Kıyafetleri eski, yıpranmış ama bir o kadar da sevimliydi; gözlerinde ise merak ve biraz da korku vardı. Kız, sanki karanlığın içinde kaybolmuş bir umut ışığıydı. O an, etrafımdaki tüm sesler sustu; yalnızca kalbimin atışını duyabiliyordum. Onunla aramdaki mesafe her geçen saniyede azaldı, o küçük yüzün içindeki hikayeyi okumak için sabırsızlanıyordum. İçimdeki koruyucu his, beni onun yanına çekiyordu.
Küçük kızın gözlerindeki masumiyet, yaşadığımız bu karmaşık dünyada bir nebze huzur bulmamı sağladı. Belki de hayatın en derin anlamları, bir çocukta saklıydı; basit ama etkileyici bir varoluş serüveninde. Her şeyin yükü altında ezilmişken, onun varlığı bana yeniden umut aşıladı. O an, hayatın sunduğu en değerli şeyin, saf bir gülümsemeyle birleşen dostluk ve anlayış olabileceğini hissettim. Belki de bu dünyada kaybolmuş birçok ruh, böyle bir karşılaşmayı bekliyordu; sadece bir söz ya da bir bakışla. Kendi hikayemizin dahi başkalarıyla kesişebileceğini unutmamak gerek; bir küçük kız, karanlık bir sokakta belirdiğinde, içimizdeki çocuk da yeniden uyanabilir. Hayat, her an yeni bir kapı açar; bazen en beklenmedik anlarda bile. Ve o kapıdan geçip, hayatın bizlere sunduğu güzellikleri tekrar keşfetmek, ruhumuzu beslemek için yeterlidir.