Bir zamanlar huzur içinde yatan bir oğulun mezarı, ebeveynleri için acı dolu anıların saklandığı bir yerdi. Ancak son günlerde, her ziyaretlerinde mezarın üzerindeki çiçeklerin birer birer kaybolduğunu fark ettiler. Gözleri, sarı ve beyaz zambakların yerini alacak yeni tomurcuklara kayıyordu, ama bu durum onların kalplerini parçalıyordu. İçlerinde bir şeylerin yanlış gittiğini hissediyorlardı ve sonunda bir karar aldılar; neyin olup bittiğini öğrenmek için bir kamera kurmaya karar verdiler. Her şeyin çözülmesini beklerken, içleri korkuyla doluydu. Hangi ruh, bu işin arkasında olabilirdi? Ebeveynler, çocuklarının anısına sahip çıkmak için her şeyi göze almışlardı ve o an, bir sırra tanıklık edeceklerini bilmiyor, ama hazırlıklı hissediyorlardı.
Kamera, gece karanlığında hayalet bir hikaye anlatmaya başladı. Ebeveynler, izledikçe gözlerine inanamadılar; mezarın etrafında beliren siluet, kaybettikleri oğullarının hayaleti gibi görünüyordu. Her çiçek kaybolduğunda, ruhun bir parçasının geri döndüğünü düşündüler. Bu an, bir acının yeniden yaşandığı ve aşkın, kayıptan sonra bile varlığını sürdürdüğünün bir kanıtıydı. Korkunun yerini derin bir hüzün aldı; sevdiklerinin aslında hiç gitmediğini, yalnızca onların etrafında döndüğünü anladılar. Her çiçek, bir anıydı; her kayboluş, bir özlem. Ebeveynler, gözyaşları içinde, belki de aşkın, hayatın ötesinde, sonsuz bir döngüde var olduğunu düşündüler. Oğulları, karanlıkta bile ışık saçmaya devam ediyordu ve bu, onların kalplerinde daima bir umut ışığı olarak parlayacaktı.