Eski kuyu, evimizin arka bahçesinin karanlık köşesinde, yılların yıpratıcı etkisiyle gizemli bir çekicilik kazanmıştı. Eşim, sıklıkla buradan gelen tuhaf seslerin huzurunu bozduğunu söylemişti; sesler adeta derinlerden gelen fısıldamalar gibiydi. Bu gece, gökyüzü kapalıydı ve ay ışığı bile kaybolmuş, karanlık her yeri sarmalamıştı. İçimdeki merak, bir an için korkumu bastırarak beni kuyuya doğru yönlendirdi. Elimdeki el fenerinin ışığı, derin ve soğuk kuyunun yüzeyine düşerken, karanlığın içindeki belirsizliği açığa çıkarmak için can atıyordum. Kalbim hızlıca atarken, ayaklarım çimenlerin üzerinde hafifçe kayıyordu; sanki doğa, beni durdurmak istiyordu. Fakat bu bilinmeyeni keşfetme arzum öyle büyüktü ki, adımımı attım ve kuyuya yaklaştım.
Kuyunun derinliklerinden gelen sesler, aslında birer yankı değil, kaybolmuş bir geçmişin izleri gibiydi. İçeride gördüğüm şey, sadece fiziksel bir nesne değil, aynı zamanda zamanın unuttuğu bir hikayenin parçasıydı. Duyduğum korkutucu sesler, geçmişin ağıtını fısıldıyor gibiydi; belki de burada bir sır saklıydı. Gözlerimi dikip derinlere bakarken, kuyu bana geçmişimle yüzleşme fırsatı sundu. Her şey bir anda netleşti; korku, merak ve kaygı, iç içe geçmiş bir karmaşa oluşturmuştu. Bitmeyen bu döngüde, beni bekleyen sırlar vardı. Geçmişin gölgeleriyle yüzleşmek, her zaman kolay değildir; fakat bu deneyim, bana hayatta karanlıkla nasıl barışmam gerektiğini öğretti. Biliyorum ki, bazı korkularla yüzleşmek zorundayız; yoksa onların peşinden sürüklenmekten kurtulamayız. Yavaşça geri çekilerek, derin kuyuya son bir kez baktım ve kalbimde yeni bir hikaye barındırarak, eve döndüm.