Zaman geçtikçe Esma, kendi iç sesini dinlemeyi öğrenmeye başladı. Gözlerindeki buğunun ardında saklı olan umut ışığını yeniden keşfetti. Belki de mutluluk, dışarıda değil, kendi iç yolculuğunda saklıydı. Kendi özüne dönmek, geçmişin zincirlerini kırmak ve yeniden doğmak mümkün görünüyordu. Her yeni gün, ona yeni bir başlangıç sunuyordu; geçmişin yüküyle değil, geleceğin hayalleriyle ilerlemek gerekiyordu. Kendine olan inancı, artık her sabah güneşin doğuşuyla birlikte uyanmaya başlamıştı. Esma, hayatının iplerini eline alarak, kendi masalını yazmaya karar verdi. Ve belki de, en karanlık gecenin ardından gelen en parlak güneş, kendi içsel dönüşümünün habercisiydi; kalbindeki bu değişim, ona gerçek mutluluğu getirecekti.
Esma, gelinlik giymişken bile gözlerinde bir hüzün barındırıyordu. Düğün günü, sevinçten çok kaygıyla geçti; kalabalıkların arasında kaybolmuş hissettiği her an, bir parça daha ruhunu alıyordu. Evlilik, hayal ettiği masalsı bir hayatın kapılarını açmak yerine, onu karanlık bir odaya hapseden bir anahtar gibi olmuştu. Eşiyle paylaştığı her gün, neşeden çok yalnızlıkla doluydu. Dışarıda kuşlar cıvıldarken, içinde taşıdığı melankoli onu adeta esir almıştı. O, bir zamanlar hayal ettiği o günlerin gerisinde kalmış, yalnızca alışkanlıklarla yürüdüğü bir hayatın içerisinde kaybolmuştu. Arkadaşları ona 'her şey yolunda mı?' diye sorduklarında, gülümseyip başını sallamak dışında bir şey yapamıyordu; içindeki fırtınaları kimse göremezdi. Ama bir gün, bu gri dünyadan çıkıp mutlu olmanın bir yolunu bulması gerektiğini biliyordu.