Gece karanlığı, şehrin gürültüsünden uzak bir sessizliğe bürünmüştü. Ay ışığı, yıkık dökük binaların arasından sızarak, yalnızca birkaç köşe başını aydınlatıyordu. Yolda yürürken, arkamda birinin olduğunu hissettim; ayak sesleri, önce uzaktan sonra yakından geliyordu. Kendi adımlarımın hızını artırdım ama o da durmaksızın peşimden geliyordu. Bir an, içimde bir korku belirdi; tanımadığım bu adam neden peşimi bırakmıyordu? Bir süre sonra, bir geçidin altındaki karanlık alana girdiğimde, o kişi yanımda belirdi. Gözlerindeki boşluk, içimde bir şeylerin kıpırdamasına sebep oldu ve ne yapacağını merak ederek bekledim.
O an, sadece bir evsizin değil, aynı zamanda toplumun dışına itilmiş bir bireyin derin yalnızlığını hissedebildim. Onun gözleri, sanki bir şeyler anlatmak istiyor ama kelimelerin yetersiz kaldığı bir boşluktaydı. Korkunun yerini, bir anda merak ve empati aldı; insanlığın ne kadar derin bir uçurumda olduğunu düşündüm. Herkesin yüzüne bir maske geçirdiği bu dünyada, gerçek mücadelenin nerede yattığını anladım. Bir dokunuş, bir bakış, her şeyin ötesinde bir anlam taşıyabilirdi. O an, içimdeki kaygı ve belirsizlikle yüzleşerek onun hikayesinin bir parçası olmanın gerekliliğini kavradım. Belki de en önemli sorular, en basit anlarda ortaya çıkıyordu; belki de bu karşılaşma, sadece bir rastlantı değil, hayatımda bir değişimin başlangıcıydı. Gözlerindeki kırgınlık, benim için unutulmaz bir iz bıraktı ve bir daha asla unutmayacağım bir anı olarak kalacak.