Bir gece, kasabanın küçük hastanesinin önünde, birkaç adam bir kadının etrafında toplanmıştı. Gece yarısının karanlığında, sanki doktorlarmış gibi, kadının hayati tehlike arz eden durumuna müdahale etmek üzere bekliyorlardı. Gözlerinde bir parıltı, belirsiz bir umut vardı; fakat bu umut, gizli bir korkunun gölgesinde kayboluyordu. Her biri, hissettiklerini saklamaya çalışarak, bu zor anın üstesinden gelmeye çalışıyorlardı. Ancak, kadının durumu sıradan bir hastalığın ötesindeydi. Bu, geçmişle yüzleşmek, kaybettiğimiz değerleri yeniden sorgulamak anlamına geliyordu. Ve işte tam o anda, gerçeğin katmanları bir bir açılmaya başladı.
Gerçek ortaya çıktıkça, her şeyin temeli sarsılıyordu; bu adamların maskeleri, birer birer düşmeye başladı. Kadın, sadece bir hastadan daha fazlasıydı; onun hikayesi, kaybolmuş bir geçmişin yankılarıyla dolu bir destandı. Onun yaşadığı acı, içlerinde sakladıkları sırlarla birleşince, her biri kendi karanlığıyla yüzleşmek zorunda kaldı. Aslında, herkesin bir geçmişi vardı; kaybettiği, unutmaya çalıştığı ama bir türlü silinemeyen anılar. O an, herkesin ruhunda derin yaralar açılmıştı ve bu yaralar, zamanla onarılamayacak kadar derinleşiyordu. Birbirlerini iyileştirmek için geldikleri bu yerde, aslında her biri kendi iç yolculuğuna çıkmış, kabullenmeye çalıştıkları gerçeklerle karşı karşıya gelmişti. Sonuçta, hayatın karmaşası içinde, bir kadının hikayesi üzerinden, herkesin savunmasız olduğu gerçeği bir kez daha gözler önüne serildi.