Bir haftadır komada yatan eşimin yanındaki küçük odada zaman sanki duruyordu. Duvardaki saate bakmak, anların geçişini izlemekten başka bir şey değildi; her tıkırtı, içimdeki boşluğu daha da derinleştiriyordu. Bütün umutlarım onun gözlerini açacağına dair belirsiz bir bekleyişe sıkışıp kalmıştı. Sıcak bir gözyaşı, yanaklarımdan süzülürken, zihnimde hayalleri canlandırıyor, birlikte geçirdiğimiz mutlu anları hatırlıyordum. O gülümsemesi, sesi, hatta en basit sohbetlerimiz bile şimdi birer hazine gibi değer kazanmıştı. Her 'şimdi' derin bir kaygıya dönüşürken, yanımda yatan adamın bir gün geri dönmesini ummak, hissettiğim çaresizliği biraz olsun hafifletiyordu.
Bazen, bir kelime bile yetersiz kalır derdimi anlatmaya; gözlerimle konuşmak zorunda kalırım. Odayı dolduran sessizlik, sevdiğim adamın yokluğunun yankısını taşıyor, içimdeki boşlukla birleşerek büyüyordu. Fakat her bir gözyaşı, aslında bir umut ışığıydı; belki de bu karanlık tünelin sonunda onu tekrar göreceğim. Zaman, acıyı hafifletmekte zorlanırken, ben de ona yanımda hissettiriyordum. Beklemek zor ama dayanmak gerek. Beklediğim o gün, elimi sımsıkı tutup gözlerimin içine bakarken, yüzündeki o tanıdık gülümsemeyi görmek için sabırsızlanıyorum. Sevgi, belirsizliğin ortasında bile bir varlık bulabiliyor; en derin acılarda bile umut ışığını sönmez kılabiliyor. İşte bu yüzden, onun yanında kalmaya devam edeceğim; belki bir gün, yeniden hayata dönecek ve birlikte başlayacağımız yeni bir yolculuk bizi bekliyor olacak.