Havada yankılanan bir öfke haykırışı, tüm yolcuların dikkatini çekti. Bir kadın, kendisinden çok daha genç bir askere dönerek, duygularını frenlemeye çalışmadan, "Vatan haini!" diye bağırdı. Uçak, bulutların arasında süzülürken, gergin bir sessizlik yerleşti. Herkes, kadının öfkeli bakışlarıyla genç askerin mahcup duruşunu izlerken, bir an için zaman durmuş gibiydi. O an, kadının içinde bir şey kıpırdamaya başladı; belki de haksız yere birini yargıladığını anlamasına neden olan bir kıvılcım. Uçak sonunda havalimanına indiğinde, kadın bu yaşananları geride bırakmak istese de, aklında bir soru dönüp duruyordu: "Gerçekten de öyle mi?" Bir gün sonra, gazetelerin sayfalarında askerin adı belirdiğinde, içindeki pişmanlık dalgası kabardı.
O anki öfke, bir anlık bir kayıptı; genç askerin hayatı, onun belki de en büyük fedakârlığını simgeliyordu. Kadın, karşısındaki genci bir düşman olarak görmüştü ama aslında o, bir kahramandı; vatanı için canını ortaya koyan bir insan. Gazetelerdeki fotoğrafa bakarken, gözyaşları yanaklarından süzüldü. İçindeki pişmanlık, onu derin bir sorgulamanın içine sürükledi. Bir anlık öfke, tüm bir hayatın değerini sorgulamak için yeterli miydi? Her insanın ardında bir hikaye, bir mücadele olduğunu anlamıştı. Kendi içindeki öfkeyi dindirmek için, artık bir şeyler yapma zamanının geldiğini hissetti. Belki de bu olay, insanlara birbirlerini daha iyi anlamaları için bir ders olabilirdi. Sonuçta, hepimiz birer kahramanın hikayesini taşırız; önemli olan, onları nasıl gördüğümüzdür.