Diğer Galeriler
Yorumlar
1975 yılında Massachusetts’te bir yaz tatilinde başlayan ve sıradan bir aile anısını ölümsüzleştirme niyetiyle çekilen bir fotoğraf, zamanla dünya çapında ilgi gören, duygusal derinliği olan bir sanat projesine dönüştü. O yıl, fotoğrafçı Nicholas Nixon, eşinin ve üç kız kardeşinin yan yana dizildiği bir portre çekti. Bu karedeki doğallık, bakışların ifadesi ve kardeşler arasındaki duygusal bağ o kadar güçlüydü ki Nixon bu sahneyi her yıl tekrarlamaya karar verdi.
Yıllar geçtikçe bu proje yalnızca dört kadının fiziksel değişimlerini değil, zamanın insan üzerindeki etkisini, ilişkilerin nasıl evrildiğini ve hayatın kaçınılmaz akışını gözler önüne seren güçlü bir belge haline geldi. Her yıl aynı sırayla, aynı duruşla çekilen bu siyah-beyaz portreler, yüz ifadelerindeki ince farklarla, vücut dillerindeki değişimle, yaşanmışlıkların izleriyle konuşur hale geldi.
Her kadının bakışında ayrı bir hayat hikayesi, ayrı bir dönem gizlidir. İlk yıllarda gözlerinde gençliğin ışıltısı olan kız kardeşlerin yüzleri zamanla olgunlaşır, çizgiler belirginleşir. Fakat belki de en dikkat çekici unsur, yıllar içinde daha da belirginleşen birlik duygusudur. Aralarındaki fiziksel temaslar, hafif omuz teması ya da birinin diğerinin koluna dokunuşu, ilişkilerindeki derinleşen bağı hissettirir.
Zamanla bu kareler, yalnızca bir ailenin özel arşivi olmaktan çıktı. 2000’li yılların başında proje, sanat dünyasında dikkat çekmeye başladı. İnsan yaşamının döngüsünü, yaşlanmayı, kardeşlik bağlarını ve zamanın estetiğini bu kadar yalın bir şekilde gözler önüne seren çok az sanat projesi olduğu fark edildi. Proje sonunda New York Modern Sanatlar Müzesi (MoMA) tarafından sergiye alındı. Bu, yalnızca bir fotoğrafçının başarısı değil; aynı zamanda dört kadının da yıllarca süren bir sabır, samimiyet ve açıklıkla süreci kabul etmesinin ürünüdür. Her yıl o objektife bakmak, yılların getirdiklerine rağmen aynı pozu korumak kolay bir şey değildir.
Seyirci bu kareleri izlerken yalnızca onların yaşlanmasını değil, kendi yaşamı üzerindeki zamanı da düşünmeye başlar. Hangi yıl doğmuştum? O yıl onlar nasıldı, ben ne durumdaydım? Zaman herkese eşit işler mi, yoksa bazılarına daha mı acımasızdır? Fotoğraflardaki değişimler izleyicide empati uyandırır. Kimi zaman ilk yıllardaki bir gülümsemenin kaybolduğunu, kimi zaman ise başta mesafeli görünen kardeşlerin yıllar geçtikçe daha çok yakınlaştığını fark ederiz.
Sanat tarihçileri ve psikologlar bu projeyi hem estetik hem de sosyolojik açıdan inceliyor. Çünkü bu çalışmanın merkezinde yalnızca bireysel yaşlanma değil; aynı zamanda kadın kimliğinin zaman içindeki yeri, kardeşlik bağlarının evrimi, yaşam deneyimlerinin ruhsal ve bedensel yansımaları da var. Bazı izleyiciler için bu proje bir ayna gibidir: Kendi kardeşlik ilişkilerini, anneleriyle ya da kızlarıyla olan bağlarını sorgulatır. Bazıları için ise ölümün, kaybın ya da değişimin kabullenilmesi anlamına gelir.
40 yılı aşkın süre boyunca sürdürülen bu proje, çağımızda nadir rastlanan bir istikrarın da örneğidir. Sosyal medyanın ve hızlı tüketilen görsellerin çağında, sabırla yıl yıl bir araya gelip aynı pozu vermek, oldukça anlamlı bir direniştir. Bu sadece sanata değil, birbirlerine ve kendilerine olan bağlılığın da bir göstergesidir.
Günümüzde bu fotoğraf serisi dünya genelinde farklı galerilerde sergileniyor, sanat okullarında analiz ediliyor, yaşam ve zaman kavramı üzerine yapılan pek çok akademik çalışmaya kaynaklık ediyor. Fakat en nihayetinde bu kareler, dört kız kardeşin birbirine verdiği bir söze sadakatle bağlı kalmasının, zamana meydan okuyarak birlik olmasının simgesi olarak insanlık hafızasında yerini alıyor. Onlar belki farkında bile olmadan, sıradan bir aile anısını, olağanüstü bir sanat eserine dönüştürdüler.