enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak

Bilgi: Klavye yön tuşlarını kullanarak galeri resimleri arasında geçiş yapabilirsiniz.

Beni sessizce bir köşeye bıraktılar

Huzurevine bıraktılar beni. “Orada daha rahat edersin,” dediler. “Senin yaşlarında arkadaşların olurmuş, iyi gelir sana.” Böyle söylediler. Tek bir valizle, sessizce götürüp bıraktılar. Kendi iyiliklerini düşündüklerinden emin gibiydiler. Oysa sen erken giderdin beyy… Bahçede azıcık uzun kalsam meraklanır, koşa koşa gelirdin yanıma. Şimdi nereye koydular beni, bak… Burası bizim oralara hiç benzemiyor. Yemeğin saati var, yatağa girmenin saati var… Seksen yaşında talebe olmuşuz sanki.
Her sabah gözüm kapıda. Belki çocuklardan biri pişman olur da gelir, diye. Günler geçti, haftalar da… Ne gelen oldu ne giden. Yattık gene erkenden, alıştım artık. Ama o gece… acı bir sesle uyandım. Hemşirelerden biri başucumdaydı:
“Teyze, kalk, telefon var sana,” dedi.
Telefonu vermeden önce iki hemşire oturdu yanıma. Titreyen ellerimle aldım ahizeyi. “Alo?” dedim.
Karşıdan tanıdık bir ses… O kadar zaman olmuştu ki, bir an tereddüt ettim.
“Anne, nasılsın?” dedi büyük oğlum. İçime bir sızı doldu. Kalbim öyle hızlı çarpmaya başladı ki, sesim zor çıktı.
“İyiyim oğlum,” dedim yutkunarak. Ama ne iyiliği kalmıştı içimde?
Bir sessizlik oldu. Sonra derin bir nefes alışını duydum.
“Biz… seni merak ettik. Orada her şey yolunda mı?”
Gözlerim doldu. Ama güçlü görünmeliydim.
“Yolunda, oğlum. Burada iyi bakıyorlar bizlere.”
Yalan söylemek istemezdim, ama onların vicdanı rahattı ya, yeterdi. Ne değişecekti ki zaten? Beni geri alacaklar mıydı?
“İyi ki aradın,” diyebildim sadece.
“Anne…” dedi bir duraksamayla, “bu ara işler biraz karışık… Ziyarete gelemiyoruz ama… en kısa sürede geleceğiz, tamam mı?”
Boğazım düğümlendi.
“Tamam oğlum, merak etmeyin. Ben iyiyim burada,” dedim. Zorla bir tebessümle.
Ses yavaşça uzaklaştı.
“Seni seviyoruz anne. Yakında görüşeceğiz. Hoşça kal…”
Telefon elimde kaldı. İçimde bir boşluk…
Hemşirelere baktım. Gözlerinde tanıdık bir merhamet vardı. Ama ben o bakışlara alışmıştım artık. Onlar da bana…
Yatağıma döndüm. Tavana diktim gözlerimi. Odanın soğuk ışığında baş başa kaldık. Her şey sessizdi.
Ama ben hâlâ gözüm kapıda…
Belki bir gün, dedim… Belki bir gün kapı açılır…
Zaman burada geçmiyor. Her gün birbirine benziyor. Saatler eriyip gidiyor. Ama ben o kapının açılacağını, tanıdık bir yüzün içeri gireceğini hayal etmekten vazgeçmiyorum. Belki çocuklarım gelir. Beni alırlar…
Günler geçti. Ne telefon çaldı ne kapı.
Artık herkes alışmıştı buraya. Bir düzen vardı, bir sistem. Ben de girdim o sisteme. Ama içim hep yabancıydı.
Her gün hemşirelere sordum: “Çocuklarımdan haber var mı?”
Cevap hep aynıydı: “Merak etme teyze, gelirler elbet.”
Bir sabah erkenden çıktım bahçeye. Güneş yeni doğuyordu. Hava serin, gökyüzü uysaldı. Bahçenin köşesindeki bankta oturdum.
Kuş sesleri vardı. Onlarla dalıp gittim.
Birden, çocuklarımın küçükken parklarda nasıl oynadığını hatırladım. O vakitler her şey çok güzeldi. Kahkahaları, koşmaları…
Gözlerim doldu. Hafif bir rüzgar yüzüme çarptı. İçimde, kırılmış bir sessizlik.
O sırada biri oturdu yanıma. Nurten Hanım… Buranın sakinlerinden biri.
Sessizce, usulca izledi beni.
“Bugün canın sıkılmış gibi,” dedi yumuşak bir sesle.
Ona döndüm. Hafifçe gülümsedim.
“Çocukları bekliyorum,” dedim. “Belki bugün gelirler.”
Nurten Hanım derin bir nefes aldı.
“Buraların böyle olduğunu kimse söylemedi bize, değil mi? Hep bekleriz. Ama hayat hep bizi bekletir…”
Sanki yılların tortusundan damlayan bir bilgelikle söyledi bunları.
Gözlerim doldu ama ağlamadım.
Çünkü artık gözyaşım bile anlamsız geliyordu.
O an… içimde bir şey koptu.
Belki de hiç kimse geri dönmeyecekti. Belki beklemekle geçmiş ömrüm, yine bekleyerek sona erecekti.
Ama yine de vazgeçemedim. Beklemek, umudun son kırıntısıydı belki de.
Ve ben… her sabah o kapıya bakmaya devam ettim.
Bir gün… kim bilir…

Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..
Çeviri »
error: Content is protected !!