Şehir hayvanat bahçesinde güneşli bir öğleden sonraydı ve aileler, hayvanların hayranlıkla izlediği yürüyüş yollarını doldurmuştu. Çocuklar, maymunlar dallardan sallanırken, papağanlar yüksek sesle çığlık atarken ve filler hortumlarından su püskürtürken gülüyorlardı. Heyecanlı ziyaretçiler arasında, iri gözlü ve sınırsız bir hayal gücüne sahip meraklı bir çocuk olan altı yaşındaki Alex de vardı.
Alex, annesinin elini sıkıca tutuyordu ama dikkati aslanların bulunduğu bölmedeydi. Aslanlara her zaman hayranlık duymuştu; ormanın kralları, gururlu ve korkusuz aslanlara. Altın yeleleri ve güçlü bedenleri karşısında büyülenerek korkuluğa daha da yaklaştı.
Ancak annesi telefonuna bakarken, Alex bir anlık dalgınlıkla, işçilerin daha önce girdiği çitteki küçük bir boşluğu fark etti. Ona göre burası, adını haykıran gizli bir geçit gibiydi. Hiç düşünmeden oradan sıvıştı.
İzleyiciler ne olduğunu anlayınca nefes nefese kaldılar ve çığlıklar yükseldi. “Çocuk! Çocuk kafesin içinde!” diye bağırdı biri. Anneler çocuklarının gözlerini kapattı. Babalar güvenliği çağırmak için koştu. Alex’in annesi dehşet içinde donakalmış bir şekilde çığlık attı.
Muhafazanın içinde, delici bakışlara sahip iri bir erkek aslan, kayaların yanında duran küçük figürü fark etti. Kalabalık nefesini tuttu. Aslan, altın rengi kürkünün altındaki kasları titreyerek yavaşça ayağa kalktı ve çocuğa yaklaşmaya başladı.
Herkes en kötüsünü bekliyordu. Ama Alex çığlık atmadı. Kaçmadı. Bunun yerine, küçük elleri hafifçe titreyerek doğrudan aslana baktı. Yumuşak ve masum bir sesle, “Merhaba,” dedi.
Aslan, şaşkın bir ifadeyle kocaman başını eğerek durakladı. Sonra, izleyen herkesin şaşkınlığına rağmen, ne kükredi ne de atıldı. Bunun yerine, yaklaştı, havayı kokladı ve çocuğun önünde yere indi.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..