Zeynep, altı ay önce cezaevine girmişti. Mahkûm olduğu suçun hâlâ adil olup olmadığını düşünüyordu, ama asıl mesele artık orada yaşadıklarıydı. Her sabah demir kapıların açılış sesiyle uyanıyor, her akşam gardiyanların ayak sesleriyle uyuyordu.
Gardiyanlardan biri, Halit, başından beri Zeynep’e farklı davranıyordu. Gözleriyle sürekli onu izliyor, diğer mahkûmlara göstermediği bir yakınlığı zorluyordu. Başta sadece rahatsız edici bakışlar, sonraları ise yalnız kalacağı anları kollayan bir tehdit hâline dönüştü bu ilgisi.
Zeynep, durumu önce koğuş arkadaşlarına anlattı ama kimse ses çıkaramadı. Halit, cezaevinde yıllardır çalışan, “sistemin adamı” olarak bilinen biriydi. Ona karşı çıkmak, cezaevi içindeki yaşamı daha da zorlaştırmak demekti.
Bir gece, Halit Zeynep’i kütüphane temizliği bahanesiyle çağırdı. Zeynep, ne olacağını biliyor gibiydi ama gitmek zorundaydı. Kütüphane boştu, ışıklar yarı loştu. Halit kapıyı
Zeynep geri çekildi, korkuyordu ama bir yandan öfkeliydi de. Halit onu köşeye çalışırken, Zeynep tüm cesaretini topladı ve bağırmaya başladı. Çığlıkları yankılandı: “Yardım edin! Beni kurtarın!”
O an bir şey oldu. Koridordan geçen bir kadın gardiyan sesleri duydu ve kapıyı açtı. Halit ne yapacağını bilemedi, kaçamadı. O gece, Zeynep’in çığlığı duvarların arasından geçip dışarıya ulaştı.
Olay tutanaklara geçti. Halit açığa alındı ve hakkında soruşturma başlatıldı. Zeynep hâlâ o anın etkisinden kurtulamamıştı ama artık yalnız olmadığını biliyordu. Sessizlikle değil, sesini yükselterek kurtulabileceğini anlamıştı.
Bu hikâye, adalet sisteminde güç dengesizliklerinin nelere yol açabileceğini anlatırken, aynı zamanda sessiz kalmanın değil, sesini duyurmanın ne kadar hayati olduğunu da vurguluyor.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..