Nicolas öyle bir adım attı ki, beni ve çocukları korumaya söz vermişti. Eşim bizle yaşıyordu; ne benim yerimizi almaya çalıştı ne de çocukları yok saydı. Bizim için bir yuva yarattı ve her anında bizimleydi.
Sonra o kaza oldu. Tıbbi müdahaleler yetmedi; Nicolas gitti. Cenazede annesi öylesine soğuktu ki gözlerinde bir damla bile yaş yoktu—sonra yüzüme dönüp, “Bu senin yüzünden oldu,” dedi. “Sen onu saptırdın.”
İçimdeki yarayla çocuklara sarıldım. “O bizi seviyordu,” dedim. Ama iki gün sonra eve döndüğümüzde her şey değişmişti. Tüm eşyalarımız çöp poşetlerine konmuş, kaldırımda duruyordu. Kapı kilidi değişmişti; elimdeki anahtar artık geçmiyordu.
Anneleri açıp soğuk bir gülümsemeyle “Bu ev artık benim. Gidin,” dedi. “Bir avukat tutamazsın,” diye ekledi. O gece arabada yattık; çocuklara “kamp yapıyoruz” dedim ama Emma ağladı, Julien park ışıklarına bakıp “Baba bunu asla kabul etmezdi,” diye fısıldadı.
Ertesi gün avukata başvurdum. Evin Nicolas adına olmasına rağmen, ben ve çocuklar onun ailesiydik. Avukatımız haklarımızı savundu ve mal varlıklarımızı geri aldık. Savaş daha yeni başlıyordu.
Her seferinde annesi huzursuzluk yaymaya çalıştı; ama içimdeki güç, Nicolas’ın sevgisinden geliyordu. Emma ile Julien, yaralarına rağmen dayanmayı öğrendiler. Evi yeniden bir yuvaya çevirdik—taş taş üzerine, sevgiyle ve direnişle.
Kan bağımız olmasa da aile olduk. Sevgi, saygı ve bazen acıyla örülen bu bağ, ne kırıldı ne yitirdi bizi.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..