İki sene önce esım bir iftiraya uğradı
Her şey bir anda gözlerimize battı. Kaynanamla bir süre kaldık ama bize etmediği şey kalmadı. Oysa ben evin tüm işlerini yapıyor ve harçlığımı çıkarmak için patik örüp internetten satıyordum. İçtiğimiz çay, kahve ve hatta çocukların sütü bile sorun olmaya başladı. Büyük bir kavga sonrasında annemlere gitmek zorunda kaldık.
Bir süre annemlerde kaldıktan sonra, bu kez babam eşime “Kızıma ve torunlarıma bakmaya mı geldim, bir de sana mı bakacağım?” diye çıkıştı. Eşim evden çıkınca, ben de çocukları alarak peşinden gittim. Bir pansiyon bulup oraya yerleştik.
Eşim ağlayarak ayrılalım dedi; “Sen ailenin yanına git, ben de ailemin yanına… Ben bir çocuğu alayım, sen de diğerini al.” Ama hayır dedim; “Gerekirse dileneceğiz ama ailemizi dağıtmayacağız.” Eşimle birbirimize sarılıp ağlarken, çocuklar da bizi görünce ağlamaya başladı. Birlikte, ne kadar ağladığımızı bilemiyorum. Tüm gece dua ettik, gözyaşı döktük; Rabbim’den bize bir rızık kapısı açması için…
Ertesi gün televizyon açıktı. TRT belgeselinde şehir yaşamından bunalan bir ailenin köydeki yaşamına dair bir program izledik ve çok etkilendik. Aile, köye yerleşmiş, sebze ekiyor, hayvan yetiştiriyordu. Pür dikkat izledik ve belgesel bitince eşimle göz göze geldik, gülümseyerek “Senin de aklından aynı şey mi geçiyor?” dedi. “Evet,” dedim.
Eşimin dedesinin köydeki terkedilmiş evi vardı. Bakımsızlıktan adeta bir dağ haline gelmişti. Köye uzak, harabe bir haldeydi ve orada neredeyse kimse yoktu, sadece birkaç yaşlı insan kalmıştı. Senede bir, belki iki kez pikniğe giderdik o kadar… Evi ve bahçeyi temizledik, dedesinin eski sepetli motorunu biraz tamir ettikten sonra çalıştırdık. Bahçeyi temizlerken لوگوںın yol kenarlarına attığı soğan ve patatesleri ucuz bir fiyata alıp diktik.
İlk zamanlar evde elektrik bile yoktu, mum yakıp ocakla bir şeyler pişiriyorduk. Eşim eski bir asker olduğu için, belki aylarca dağlarda kaldığından, yiyecek bulmakta sorun yaşamıyordu. Avlanıyor, balık tutuyor, mantar topluyordu. Elektrik, su, kira derdi yoktu. Köy hayatı, şehir hayatına göre çok başkaydı; sadece biraz ot topluyordun ve yemeğin oluyordu. Şehirde ise her şey parayla.
Daha önce çiftçilik yapmadığımız için bilmediğimiz her şeyi köyün yaşlılarına sorduk, internetten araştırmalar yaptık. Çok deneyim kazandık. Tavuk alacak kadar paramız olmadığı için civciv alıp büyüttük. İneğe ya da koyuna paramız yetmediği için iki oğlak aldık ve bahara kadar onları bebek gibi yanımızda yatırdık. İlk kışımız çok zor geçti.
Şimdi hayvanlar arttı; tavuklarımız ve keçilerimiz var. Dolayısıyla artık yumurta, süt derdi de yok. İnek alacak paramız neredeyse birikti. En önemlisi, artık kimsenin minneti altında yaşamıyoruz. Ailemiz değil, harabe haline gelmedi. Ailelerimizle de barıştık. Evi, bahçeyi ve hayvanları görünce çok şaşırdılar; bizi takdir ettiler.