Sokakta, otuzlu yaşlarında uzun boylu bir adam olan Tom, kulaklıkları son ses müzik dinleyerek koşuyordu. Sarah’nın sıkıntısını fark etti; yüzü kızarmıştı, adımları sendeliyordu. Hiç düşünmeden ona doğru koştu, kulaklıklarını çıkardı. “Hey, iyi misin?” diye seslendi, ama Sarah’ın telaşlı hareketleri onun yerine cevap verdi.
Tom tereddüt etmedi. Arkasına geçti, kollarını beline doladı, hamileliğine dikkat etti ve Heimlich manevrasını istikrarlı bir hassasiyetle uyguladı. Bir hamle, sonra iki. Üçüncü hamlede, muz parçası yerinden çıktı ve Sarah öksürdü, havayı yuttu. Nefes nefese döndü, gözleri onunkiyle buluştu. “Teşekkür ederim,” diye fısıldadı, sesi titrek ama minnettarlıkla doluydu.
Tom, nefesini tutarak, beceriksizce gülümsedi. “İyi olmana sevindim.” Hâlâ elinde tuttuğu, şimdi hafifçe ezilmiş olan muzunu fark etti. “Belki bir dahaki sefere elmaya sadık kalırsın,” diye hafifçe takıldı.
Sarah güldü, boğazındaki tıkanıklıktan daha derin bir şeyi gevşetmiş gibi hissettiren bir ses. Bir an orada durdular, dile getirilmeyen bir iplikle birbirine bağlı yabancılar. Nedenini bilmiyordu ama onun huzurunda kendini güvende hissediyordu, sanki evren onları birbirine dürtmüş gibi. Tom da garip bir çekim hissetti—bu anın açıklayabileceğinden daha fazla şey ifade ettiği hissi.
“Benimle biraz yürümek ister misin?” diye sordu Sarah, kendini şaşırtarak. Tom başını salladı, aynı derecede şaşırmıştı. Sokakta yürümeye devam ettiler, muz unutulmuştu, adımları kolay bir ritme giriyordu. İkisi de fazla konuşmuyordu, ama sessizlik rahatlatıcıydı, ikisinin de adını koyamadığı bir bağlantıyla ağırlaşmıştı.
Köşede ayrılırken Sarah gülümsedi. “Bu arada ben Sarah.”
“Tom,” diye cevapladı, başını eğerek. “Kendine iyi bak, Sarah.”
Uzaklaştılar ama ikisi de bunu hissetti; yumuşak toprağa ekilen ve büyümeyi bekleyen bir tohum gibi, tuhaf, sessiz bir bağ.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..