Havaalanına birlikte gitmiştik. Anneme özenle giysilerini hazırladım, valizini beraber yerleştirdik. Annemin yüzünde mutluluktan bir gülümseme belirmişti: “Oğlum beni unutmamış,” demişti gururla.Ama sonra, tam yarım saat geçmeden o panikle aradı beni. Uçağa binmişlerdi—ama anne orada değildi. Bir yalanla susturulmuştu; kardeşim bilmeyerek bindi, onun yanında olduğunu sanmıştı. Gerçekte ise, kardeşimin eşi annemi orada bırakmıştı; annem yalnızca koltukta beklerken, onlar havalanmıştı.O ana koşarak geri döndüm. Bekleme alanında, paltosuyla, bavuluyla yalnız kalmıştı—gözyaşları, şaşkınlık, yaralanmışlık içindeydi. Ona sıkıca sarıldım; içimde büyüyen öfke, kardeşimin ve eşinin bu soğuk ihanetine karşı artık sessiz kalamayacağımı gösteriyordu.Ve o anda anladım; artık hiçbiri eskisi gibi olamazdı. Annemi korumak için harekete geçtim ve birkaç gün içinde ev resmî olarak bana geçti. Annem gönül rahatlığıyla: “Sen benim kızım gibisin, kimse beni böyle yüzüstü bırakamaz,” dedi.Haftalar geçmeden, kardeşim ve eşi tıpkı tatilden gelmiş gibi döndüler; bronz, mutlu, iyi anılarla dolup taşan fotoğraflar ellerinde… Ama bekleyen ben vardım. Kapıya çıktım: “Eşyalarınızı toplayın. Burası artık sizin yeriniz değil.” Gözlerinde öfke, yumruklarına kadar titremeye başlayan çığlıklar vardı. Kardeşim doğru kelimeleri seçmeye çalıştı ama biliyordu ki sözler yersizdi artık.Annemi pencerede oturmuş, çayını yudumlarken gördüm. Bu kez yüzündeki gülümseme gerçekti. Evimizin huzuru—bir vefa meselesiydi; karşılığında sabır, saygı ve insanlık vardı.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..