Kel uyandım ve hemen kocamın yaptığını anladım: canım yanıyordu ama intikam almaya karar verdim
Sabah tuhaf başladı. Başımda soğuk bir hisle uyandım ve elimle dokunduğumda dehşet içinde donakaldım. Parmaklarımın altında pürüzsüz bir ten. Tek bir tel saç yoktu.
Kalbim çılgınca çarpıyordu. Yataktan fırlayıp sendeleye sendeleye banyoya girdim. Aynada, tamamen kel, gözleri kocaman açık, dudakları titreyen bir yabancı bana bakıyordu.
“Hayır…” diye fısıldadım, gözyaşlarım kendiliğinden akmaya başlarken.
Yatak odasına geri döndüm, yatağın kenarına oturdum ve yüzümü ellerimin arasına gömdüm. Düşüncelerim birbirine karışmıştı. Her şey olabilirdi – bir hastalık, bir şeye tepki… Ama içten içe, korkunç bir şüpheye – kocamın yapmış olduğuna – inanmayı reddediyordum.
Telefonumu alıp numarasını çevirdim.
“Sen miydin?” diye sordum, sesim titreyerek.
“Tam olarak ne demek istiyorsun?” – sesi masumiyetle buz gibiydi.
“Ben… Kel’im,” diye neredeyse bağırdım.
İç çekti.
“Seni defalarca uyardım. Banyoda, mutfakta, yatak odasında – her yerde saçların. Bıktım, midemi bulandırıyor. Şimdi – artık saç olmayacak.”
Göğsümde acı ve öfke sıkıştı.
“Şaka mı yapıyorsun?!” diye bağırdım ama o çoktan kendini savunuyor, “temizlik” ve “düzen”den bahsediyordu.
Uzun süre tartıştık. Ona göre yaptığında yanlış bir şey yoktu. Bana göre ihanetti.
Bir noktada dinlemeyi bıraktım. Ne yapacağımı zaten biliyordum. İntikam alacaktım. Ve yaptım – en ufak bir pişmanlık duymadan. Hikayemi anlatıyorum ve desteğinizi gerçekten umuyorum.Telefondaki sessizlik birkaç saniye sürdü. Belki de bir ömür kadar. Sonra o ses tekrar konuştu — tanıdık, ama artık bana ait olmayan birinin sesi gibi:
“Bunu senin iyiliğin için yaptım.”
Sanki içime buz dökülmüş gibi oldum. Bir an nefesim kesildi.
“Neden? Nasıl… nasıl yaparsın bunu bana?”
“Çünkü artık her şeyin kontrolünü kaybetmiştin. Takıntı haline getirmiştin. Saçlarınla kim olduğunu tanımlamayı bırakamıyordun. Kendini göremiyordun.”
Banyodaki aynada hâlâ göz göze geldiğim kel kadın gözümün önüne geldi. Bu ben miydim? Gerçekten ben mi?
“Saçlarım bendim!” diye bağırdım telefona.
“Hayır,” dedi. “Saçların, kendini senden uzaklaştıran şeydi.”
Yutkundum. Elimle kafamı okşadım — pürüzsüz, soğuk, yabancı. Gözyaşlarım yeniden akmaya başladı ama bu kez acıyla değil; karmaşık, bulanık bir hisle.
“Ne zaman yaptın?”
“Dün gece. Uyuyordun. Uyuşturucu verdim. Nazikti. Acıtmadım.
Korku ve öfke içimde fırtına gibi dönüyordu, ama onun sesindeki sükûnet… Daha da rahatsız ediciydi. Sanki bir cerrah gibi — keskin, duygusuz ama “iyileştirme” amacıyla hareket eden biri gibiydi.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..