Her şey Kurban Bayramı arifesinde, hacılar Arafat’a hazırlanırken başladı. Vakit akşam namazına yakındı. Abdest alıp Arafat’a çıkan hacılara katılacaktı. Baktı ki sıra var, bir köşede durdu, başladı ağlamaya. 1990’dan 2016’ya… Dile kolay tam 26 yıl, gözyaşları dinmemişti Fahire Kara’nın. Geçmişine dair hiçbir şeyi unutmadı. O kadar çok Türk’e anlattı ki başından geçenleri. Kimine mektup verdi, kiminden haber yolladı. Kaçmak için randevulaştıkları bile oldu. Yazdığı mektuplar, gönderdiği haberler hep cevapsız kaldı. Umudu bitti! Ne arayanı ne soranı vardı! Yanına gelen Meysi Bağrıyanık’ın bir taziye evinde kardeşleriyle karşılaşacağını bilse anlatmaz mıydı hikâyesini! Çaresiz sustu o gün. Meysi Bağrıyanık sordu:
Etrafında çarşaflı üç kadın vardı. Göz ucuyla onlara baktı, konuşamadı. Eliyle “boş ver” işareti yaptı. Memleketinin kokusunu almış gibi, içi yana yana ağlamaya devam etti. Meysi Hanım’ın da yüreği dayanmadı, adını bile öğrenemediği hemşerisine sımsıkı sarıldı. Ağladılar.
Her şey Kurban Bayramı arifesinde, hacılar Arafat’a hazırlanırken başladı. Vakit akşam namazına yakındı. Abdest alıp Arafat’a çıkan hacılara katılacaktı.
Her şey Kurban Bayramı arifesinde, hacılar Arafat’a hazırlanırken başladı. Vakit akşam namazına yakındı. Abdest alıp Arafat’a çıkan hacılara katılacaktı.
10 Temmuz 1990, Oda
Yedi yıl nasıl geçer bir odada? Kendimi Fahire Kara’nın yerine koyuyorum. Olmuyor, yapamıyorum, çok zor! Sonra gözlerimi kapatıp onu hayal ediyorum.
Yaşadığı ilk kıyamet tünel faciasıydı. Gözlerini açtı, başında bir adam! Hastanedeyim sandı önce, yaralıydı çünkü. Yataktan kalkmak, odadan çıkmak istedi. O adam -Mahmut Ahmet Ataullah- izin vermedi. Fahire Kara, belki yardım eder diye, gözlerinin ta içine baktı. Adamsa (!) ikinci kıyameti yaşattı ona. Pasaportunu, kimliğini, hac evraklarını yaktı. Anladı ki burası hastane değil. Anladı ki 47 yaşında kül olup gitti her şeyi! Sokağın sesinden birkaç adım uzakta, kilitli kapılar ardındaydı. Havası, suyu, iklimi farklıydı esir düştüğü yerin.
Ne ağacını gördü ne çiçeğini kokladı ilk yıllar. Öyle bir iki değil, tam yedi yıl duvarlara baka baka yaşadı.
Dışarı çıkması yasaklanan oda, bıraktığında biri dokuz aylık olan on iki çocuğunun hayaliyle genişledi. Üstüne gelen duvarlar onların sesiyle Adana’daki evine ulaştı. Kocası Abdurrahman tünel faciasında ölmüş olmalıydı. Bırakır mıydı onu hiç! Çocukları ne yiyip ne içiyordu? Annelerini de mi ölü biliyorlardı yoksa. Dokuz tane kardeşi vardı, hayatta olduğuna göre, onu ne yapar eder bulurlardı. Aynı gökyüzüne bakanlar birbirlerine ne kadar uzak olabilirdi ki zaten? Gizlice perdeyi aralayınca yıldızlar ve ay karşısındaydı işte. Güneş ise sadece sıcaklığı ile gelirdi ziyaretine. Bu cariye hayatı biter miydi bir gün?
2016 Eylül’ü sona ererken, Taziye evleri
Arafat’ta başlayan hikâye, iki ayrı taziye evinde devam etti. Başkalarının ölümü, şehit bilinen Fahire Hanım’ın hayatta olduğuna vesile olacaktı. Tahir Bey ilk taziye evinde Gülişe Okay ile tanıştı. Almanya’dan memleketi Beşiri’ye tatile gelmişti. Sohbet döndü dolaştı Fahire Kara’ya geldi. Tahir Bey ablasının başına gelenleri anlattı. Umreden üç ay önce dönen Gülişe Hanım hayretler içindeydi:
— Ben Batman Beşirili bir kadınla tanıştım. 1990 yılında eşini tünel faciasında kaybettiğini anlattı. Türkiye’de 12 çocuğum var, dedi. Kocasını öldü biliyor. Onu Arap bir adam bulmuş, evine kapatmış. Tam 7 yıl dışarıya çıkarmamış. Sonra o adamdan çocukları olmuş. İki oğlu bir kızı varmış. Evlatlarını bırakıp dönemez diye evden çıkmasına izin verilmiş ama sürekli takip ediliyor. İncik boncuk satıyordu. Kendisinden alışveriş yaptım. Sizin ablanız olabilir!