enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak

Bilgi: Klavye yön tuşlarını kullanarak galeri resimleri arasında geçiş yapabilirsiniz.

Nilüfer demişler adıma

Kapı ağır ağır açıldığında içeriye önce gecenin serinliği, ardından da iki yabancı girdi. Gözüm ilk anda pala bıyıklı olana takıldı. Yaşı kırka dayanmış gibi duruyordu. Sert yüz hatları, kırışmış alnı ve karanlık bakışları vardı. Elindeki sigaradan henüz duman tütüyordu. Yanında ise daha genç, utangaç görünen bir delikanlı vardı; sanki ne yapacağını bilmiyor, gözlerini kaçırıyordu. Onları görünce şaşırdım, afalladım. İçimde ince bir sızı dolaştı, ama bir umut da vardı içimde: “Belki bu adam hocadır…” dedim kendi kendime. Ama kimse “hayırlı olsun” demedi. Kimse içeri girip dua okumadı. Hiç kimse bana “evet” dedirtmedi. Adam bana tepeden baktı. Elini cebine attı, birkaç kâğıt parayı masaya bıraktı. “Hazır mı bu?” dedi sevgilim sandığım adama. O, arkasına bile dönmeden “Hazır, süslendi de güzelce” dedi. Ses tonu yabancı, tanımadığım, hiç bilmediğim birinin sesi gibiydi. Karnımda bir taş gibi büyüyen korku, o an kalbime indi. Neler olduğunu anladım. Gözüm masanın üzerindeki paralara, adamın sigarasına, öbür çocuğun yere bakan gözlerine kaydı. Sesim çıkmadı. Çıkamadı. Boğazımda düğümlenen bir çığlık vardı. Ama o çığlığı bastıran şey daha güçlüydü: Yalnızlık. O gece, ilk defa gerçekten yalnız kaldım. — O adamlar gittikten sonra suskunluğumla baş başa kaldım. Onlara ne dedim, ne yaptım; anımsamıyorum. Belki bir şey yapmadım. Belki kapının kapanmasını bekledim. Belki gözyaşlarım aktı, ama sessizce. Çünkü çığlık atmak, birilerinin duyacağına inanmak demekti. Ben artık kimsenin duymayacağı bir dünyadaydım. Ertesi sabah pencere pervazına konan serçeyi izledim uzun uzun. Onun o küçücük bedeni bile benden daha özgür görünüyordu. Yanımdaki adam hâlâ uyuyordu. Yüzüne baktım, bir zamanlar “aşk” sandığım yüz o kadar yabancıydı ki… Tanımadığım biriyle aynı odada yaşıyordum artık. İkinci gün başka biri geldi. Üçüncü gün başka biri daha. Ben artık “mevsim gözlüm” değildim. Adımı söyleyen yoktu. Gözümden akan yaşa elini uzatan da. Bir tek duvarlar dinliyordu beni. Onlar da benden bıkmış gibiydi. Her gece başka bir hikâye başlıyordu ama sonu hep aynıydı: Sessizlik, utanç ve karanlık. — Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. Adım artık Nilüfer değil “abla” olmuştu o evde. Yeni gelen kızlar oluyordu, bazıları benden bile genç. Bense aynaya baktığımda gözlerimin içindeki ışığın yerini karanlığa bıraktığını görüyordum. Ne giydiğim elbiseler, ne sürdüğüm rujlar beni eskisi gibi gösteriyordu. Zaten artık öyle biri olmak da istemiyordum. Bir gece pencereye çıktım. Aşağıda sokak lambasının altında iki çocuk top oynuyordu. Gülüşleri bana çocukluğumu hatırlattı. Annemin saçlarımı örüşünü, babamın başımı okşayışını, kardeşlerimin sesini duyar gibi oldum. İçimde bir acı daha kabardı. Kaç yıl geçmişti? Anam babam hâlâ yaşıyor muydu? Beni affetmişler miydi? — Bir gece yine o pala bıyıklı adam geldi. Yanında bu sefer kimse yoktu. Oturdu, sigarasını yaktı, bana baktı. “Sen hâlâ buradasın ha?” dedi. Sessizce baktım yüzüne. “Beni hatırladın mı?” Başımı eğdim. Elim titriyordu. “O ilk gece ağlamıştın ya, içim burkulmuştu. Ama işte, burası böyle yer… Bir giren kolay kolay çıkamaz.” Çıkmak. Evet. Çıkmak. Bu kelime bir anda beynimde çınladı. Yıllardır düşünmeye korktuğum kelime. “Çıkmak istiyorum” dedim. İlk defa sesim kararlıydı. “Çıkamazsın” dedi. “Borçlar, geçmiş, senin gibi niceleri…” Ama o gece içimde bir kıvılcım yanmıştı. — Bir sabah çantama birkaç parça eşya koydum. Kimse uyanmadan çıktım. Sokaklar sessizdi. Güneş yeni doğuyordu. Ayaklarım beni nereye götürüyordu bilmiyordum. Sadece yürümek istiyordum. Uzaklaşmak. Kurtulmak. Bir cami avlusuna oturdum. Elimde bir mendil, gözyaşlarım sel olmuştu. Yanıma yaşlı bir kadın oturdu. Elini omzuma koydu. “Evladım… iyi misin?” Kafamı salladım. Konuşamadım. “Anlatmak istersen dinlerim, anlatmazsan da olur. Sadece şunu bil: Allah her kulunu affeder. Kendini affetmeyi bilirsen, yeniden başlarsın.” İşte o gün başladı benim kurtuluşumun ilk günü. Kolay olmadı. Kapılar kapanmadı ama ağır açıldı. İnsanlar yargıladı, kimileri yüzüme bile bakmadı. Ama ben her sabah yeniden doğdum. Temizledim içimdeki karanlığı, bir bardak su gibi berrak olmak istedim. Bir kuruma sığındım. Orada temizlik işlerine başladım. Sonra okumaya karar verdim. Geceleri temizlik yaptım, gündüzleri açık liseye yazıldım. İki yıl sonra adıma ilk kez gerçek bir kimlik yazıldı: “Nilüfer Yılmaz – Lise Mezunu” — Şimdi başka bir şehirdeyim. Küçük bir kütüphanede çalışıyorum. Her sabah kitap kokusuyla uyanıyorum. Çocuklara masal anlatıyorum. Bazen içlerinden biri bana “Abla, sen hiç âşık oldun mu?” diye soruyor. Gülümsüyorum. “Evet” diyorum, “Bir zamanlar birine çok âşık oldum… ama şimdi önce kendimi seviyorum.” O ev, o sokak, o adamlar geride kaldı. Ama her gece yatağa yattığımda gözlerimi kapayıp dua ediyorum: “Allah’ım, o kapıyı açtığım gün yeniden açabilseydim… ama belki de şimdi doğru kapıdan girmeyi öğrendim..

error: Content is protected !!