Kocam işteydi, her zamanki gibi. O gün öğleden sonra evi toparlamış, kızıma sütünü içirmiş ve onunla biraz oyun oynamıştık. Akşam yemeği için hazırlık yapıyordum. Hava ağırdı, dışarısı sessizliğe gömülmüştü. Kızım odasında resim yapıyordu. O an… Bir ses duydum.
Kesin bir tıkırtı.
Duraksadım. Önce camdan gelen bir rüzgar sesi sandım. Ama değildi. Üst kattaki komşu da günlerdir şehir dışındaydı. Ses tekrar geldi. Bu sefer daha yakın, daha belirgin… Kapının arkasından gibi.
Kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı. İçgüdüsel olarak kızımın yanına koştum. Onun gözleri bana korkuyla baktı. Hiç konuşmadık. Elini tuttum ve fısıltıyla sadece “Gel,” dedim.
Onu yatak odasına götürdüm. Yatakla zemin arasındaki boşluk çok dardı ama ikimiz de sürünerek altına girdik. Nefesimi tutuyordum. Kızımın minik elleri titriyordu. O an dünyanın en sessiz yeri bizim o daracık yatak altımızdı.
Üst kattaki tahta zeminler gıcırdadı. Ayak sesleri… Kesinlikle biri vardı. Ağzımı elimle kapatıyordum neredeyse, korkudan ses çıkarmamak için. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki duyulacağından korktum.
Dakikalar geçti. Belki de sadece saniyelerdi. Sonra bir anda mutfaktan gelen bir sesle irkildik — bir tabak yere düşüp kırıldı. O an içeride birinin olduğundan emin oldum.
Telefonum yanımdaydı ama ses çıkaracak diye korkup açamadım. Kızımı sıkıca kendime çektim. Gözleri doluydu, ama bir damla bile yaş akıtmadan sessizce ağlıyordu.
Sonra… Kapı çaldı.
Bir çalma sesi. Sonra bir tane daha. Ardından bir ses:
“Hayatım, ben geldim. Kapı neden açık?”
Kocamın sesiydi!
Yataktan fırladım gibi çıktım, kapıya koştum. O an gözyaşlarımı tutamadım. Kucağıma aldığım kızım hâlâ titriyordu.
Evde kimse bulunamamıştı. Polis geldiğinde kapının kilitli olmadığını ama zorlanma izi olmadığını söylediler. Belki bir yanlışlık, belki bir gölge. Belki… yalnızca korkunun sesi.
Ama o geceden sonra kapıyı üç kere kilitledik. Ve yatağın altı artık sadece oyuncakların yeri oldu.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..