Sekiz yaşındaki Ali, sabah güneşinin ilk ışıklarıyla birlikte okula gitmek için yola çıkmıştı. Etrafındaki dünya, çocukların oyun oynadığı parklar ve kahvaltılarını hazırlayan anneleriyle doluydu. Ancak bir anda, muştu gibi çarpan bir sesle herkesin dikkatini çeken bir durumla karşılaştı. Parkın köşesinde, içinde yalnız bir bebek olan kilitli bir araba vardı. Ali, önce şaşkınlıkla baksa da içindeki çocuğun çaresizliğini hissetti. O an, arkadaşlarının oyununu oynamak yerine, hayat kurtarma görevine soyunmaya karar verdi. Küçük parmaklarıyla kapının kilidini açmaya çalışırken, kalbi hızla çarpıyordu. Onun cesareti, yalnızca kendisini değil, çevresindekileri de etkiliyordu ve bu olay, Ali için hayalindeki maceranın başlangıcı olabilecekti.
Ali, sonunda bebeği kurtardığında içindeki mutluluk, derse geç kalmanın getirdiği kaygıyı unutturdu. Ancak okulda bekleyen öğretmeni, başını sallayıp onu azarlamaya başladığında, Ali'nin gözleri doldu. Kendine güveni sarsılmasına rağmen, kalbinde hissettiği bu yeni hisler onu daha da güçlendirdi. Kurtardığı çocuğun annesi oraya geldiğinde, Ali'nin üzerinde hissettiği baskı, bir anda yerini gurura bıraktı. O an, sadece bir çocuğun cesaretiyle hayat kurtarılabileceğini değil, aynı zamanda bir karşılık beklemeden yardım etmenin ne kadar değerli olduğunu da anlamıştı. Okuldaki arkadaşları, Ali'yi kahraman olarak görmeye başladılar ve bu, ona yalnızca bir övgü değil, kendine olan inancını yeniden kazandıran bir ışık oldu. Geç kaldığı dersten çok daha anlamlı bir yere ulaşmıştı; dostlukların, cesaretin ve iyiliğin gökyüzünde parlayan yıldızları gibi birbirini beslediğini fark etti. Bu sıcacık an, Ali için sadece bir başlangıçtı; gelecekte de başkalarını kurtarma arzusu, onu her zaman aydınlatan bir yol olacaktı.