Her şey güzel başlamıştı. Aylar öncesinden torunumun düğünü için hazırlıklar yapılmış, davetiyeler gönderilmişti. Düğün salonuna geldiğimde, üzerimde özenle ütülenmiş eski takım elbisem, başımda biraz daha beyazlamış saçlarımla masama oturdum. Gözlerim torunumu aradı. O küçücükken birlikte yürüdüğümüz park yolları geldi aklıma. Bana “Dede, sen dünyanın en iyi insanısın,” dediği gün hâlâ kulaklarımda.
Ama işler beklediğim gibi gitmedi.
Düğün başlarken sahneye çağrılanlar arasında adım anılmadı. Oğlum beni unutmuş gibiydi. Masam salonun en arka köşesindeydi, kimse yanıma uğramadı. Gelinle damat, pasta keserken herkes ön saflarda alkışlarken ben, sandalye bile bulmakta zorlandım. Bir ara konuşma yapacaklarını söylediler; torunumun öğretmenine, komşularına, hatta eski sınıf arkadaşına teşekkür edildi. Bana tek kelime edilmedi.
Gecenin ilerleyen saatlerinde biri yanımdan geçerken “Bu yaşlı adam da kim?” dedi fısıltıyla. Sanki torunumun dedesi değilmişim gibi… O an içimde bir şey kırıldı. Gözlerim doldu ama sessizce oradan uzaklaştım. Düğün bitmeden yürüyerek eve döndüm. Yılların hatırası yüreğimdeydi, ama saygının eksikliği bir bıçak gibi saplanmıştı kalbime.
Sabah olduğunda torunumdan bir mesaj geldi: “Dede, dün gece seni göremedik, neredeydin?”
Cevap yazmadım. Belki bir gün büyüyünce, o da hatırlanmanın ve sayılmanın ne demek olduğunu anlayacaktı.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..