Zülehadır Benim Adım
Okulun küçük bir tek odalı lojmanına yerleştim ama bir gün bile orada yatmadım. Köyün merhamet meleği İmmihan Teyze ve yaşlı kocası Derviş Amca “Bizde kalacaksın, seni asla yalnız bırakmayız” dediler. Evlatları oldum. Evin kızı oldum. Bildiğiniz bir evin kızı nasılsa aynen ben de öyleydim. Yedirdiler, içirdiler, hastalandılar, ağladılar, güldüler… bunların hepsini beraber yaşadık. Onlar yarım Türkçe ile bana ana baba oldular. Ben de yarım Kürtçe ile onlara sırdaş oldum yoldaş oldum….Üç yılın sonunda tayinim memleketime Bolu’ya çıktı. Ayrılığımız ağıtlarla, gözyaşlarıyla oldu. Bolu’ya yuva kurdum evlendim. İmmihan Anama davetiye gönderdim. Davetiyeye çeyrek altını bantlamış bana gönderdi.Ailem şok oldu. “Bu nasıl vefa? Bizim buralarda pek görmediğimiz şey” dediler. Çok ama çok duygulandım. Bir zaman sonra oğluma hamile kaldım. İmmihan Ana’ya telefon açtım söyledim. Havalara uçtu zılgıt çekti. “Torunum olacak” dedi. “Söz ver torunumun 40’ı çıkar çıkmaz Pütürge’ye geleceksin, tamam1 mı?” dedi “Söz” dedim. Bir gün aradım “Kızım yanımda, rahatsızım sesim çıkmıyor. Ben kızıma söyleyeceğim, o da sana mesaj atacak.” dedi.“Tamam” dedim. Hamileliğim süresince yazdım “Çok iyiyim. Biraz rahatsızım ama önemli bir şeyim yok.” Sürekli yazdım hep güzel cevaplar aldım. Oğlum doğdu. 20 günlük oldu. Adını Bolulu babam Ahmet ile Pütürgeli Derviş Babamın adı olan Ahmet Derviş koydum… Bu kez görüntülü arayayım İmmihan Ninesine torununu göstereyim dedim. Görüntüde genç bir kadın. “İmmihan Ana” dedim. “Kaybettik” dedi. Yıkıldım. “Nasıl, ne zaman?” dedim “4 ay oldu” dedi. “Ben aylardır kiminle yazıştım peki?” dedim.Kızı, “Anam Züleyha hamile, hastalığımı, perişan olduğumu sakın söylemeyin. Üzülür hamileliğine çocuğuna zarar gelir. Ben yazıyormuş gibi yapın. Ölürsem de doğum yapana kadar gizleyin. Bir gün buraya gelirse mezarımın taşına elindeki tebeşşirle ben geldim yazsın yeter.” dedi. Ya Rabbim! Bu nasıl bir metanet, bu nasıl bir şefkat, bu nasıl bir azamet! Pütürge’nin kızı olmuş Züleyha öğretmen bu Dar-ul Rıfat olan topraklar senin memleketin. Acılar, zorluklar, gurbet yolları beklemiş anaların ayak izleriyle doludur Pütürge.. Bu insanlar yürekte iz bırakır..Gönülde söz bırakır. Ardından köz bırakır… İşte böyle bir yaşam hikayesi dostlar.. Bir ay önce kaleme alayım dedim. “Züleyha Öğretmen evladına süt veriyor belki üzülür zarar verir” dedim. Boşluğuma geldi telefonunu kaydetmedim, kayboldu. Eğer bu satırları okur irtibata geçerse İmmihan Ana’nın mezarına ben de gideceğim… Ana karnında bir bebeğe zarar gelmesin diye, hastalığını, acısını ve ölümünü bile gizleyip bağrına basan -Kürt,Türk farketmez- toprağımın..Yaşanmış Gerçek Olay – Tarihin Sessiz TanığıSoğuk bir kış günüydü. Erzurum’un bir köyünde yaşayan Ali Dede, her sabah olduğu gibi erkenden uyanmış, odun sobasını yakmıştı. 90 yaşına rağmen dimdik duruyor, köyün en eski hatıralarını anlatmaktan keyif alıyordu. Onun hikayeleri sadece yaşanmış olaylar değil, aynı zamanda insanın azmini ve kaderin cilvesini gösteren derslerdi.Ali Dede’nin en sevdiği hikaye, yıllar önce genç bir delikanlıyken başından geçen bir savaşı konu alıyordu. 1916 yılının çetin kışında Rus işgali altındaki Erzurum’da ailesiyle beraber hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Babası cephede şehit düşmüş, annesi ve iki kardeşiyle tek başına kalmıştı. Henüz 12 yaşındaydı ama yaşına göre fazlasıyla olgundu.Bir gece köylerine gelen bir grup Türk askeri, gizlice cepheye mühimmat taşımak için köylülerden yardım istemişti. Ancak bu görev son derece tehlikeliydi; düşman devriyeleri köyün etrafında dolanıyordu. Köyde kimse gönüllü olmaya cesaret edemiyordu. Sessizlik ağırlaştıkça Ali, cesur bir adım atarak öne çıktı:“Ben giderim!”Askerlerin ve köylülerin gözleri büyüdü. Genç yaşına rağmen bu kadar kararlı olması herkesi şaşırtmıştı. Annesi onu engellemeye çalışsa da Ali’nin kararlılığı karşısında geri adım atmıştı. “Eğer gitmezsek bu mühimmat cepheye ulaşmaz, askerlerimiz kazanamaz,” demişti.O gece Ali, sırtına bağladığı mühimmat dolu bir çuval ve birkaç askerin eşliğinde karlarla kaplı dağları aşarak 20 kilometrelik yolu yürüdü. Soğuk iliklerine kadar işliyordu, ama durmaya cesareti yoktu. Yolu yarıladıklarında Rus devriyeleriyle burun buruna geldiler. Askerler saklanmasını söyledi, ama Ali çuvalı bırakmayı reddetti.“Bu benim görevim!” dedi fısıltıyla.Hareketleri dikkatlice planlayan askerler, Rus devriyesini sessizce atlatmayı başardı. Ali’nin cesareti sayesinde mühimmat güvenli bir şekilde cepheye ulaştırıldı. O gece, Türk ordusu önemli bir zafer kazandı.Yıllar sonra, Ali Dede o anı torunlarına anlatırken gözleri yaşarırdı. O günkü korkusunu, ama aynı zamanda taşıdığı sorumluluğu hiç unutmamıştı. “Bir insanın yaşı küçük olabilir,” derdi, “ama yüreği büyükse yapamayacağı şey yoktur.”Torunları onun kahramanlık hikayesini dinlerken dedelerinin sadece bir tarih anlatıcısı değil, tarihin sessiz bir tanığı olduğunu fark ederlerdi.Bu hikaye, Türk tarihindeki binlerce isimsiz kahramandan birinin yaşadıklarını temsil eden bir öyküdür. Eğer daha fazla detay eklememi veya hikayeyi farklı bir şekilde yeniden şekillendirmemi istersen, söyleyebilirsin!