Her şey o kadar güzeldi ki, sanki bir peri masalının içindeydik. Kız kardeşim, bembeyaz gelinliği içinde adeta bir kuğu gibi süzülüyordu. Damat da en az onun kadar heyecanlı ve mutluydu. Gaziantep’in o sıcak atmosferi, sevdiklerimizin neşeli kahkahaları ve yöresel müziklerin coşkusu her yanı sarmıştı. Ben de üzerimdeki ipek elbiseyle, bu mutlu günün tadını çıkarıyordum. Ta ki kocam Murat, kulağıma eğilip o iki kelimeyi fısıldayana kadar: “Hemen gitmemiz gerek.” O an, sanki tüm sesler kesildi, etrafımdaki renkler soldu. Murat’ın yüzündeki ifade, düğün telaşından ya da yorgunluktan çok farklıydı. Gözlerinde tarif edemediğim bir gerginlik, hatta bir korku sezdim. “Ne oldu?” diye soracaktım ki, Murat elimi sıkıca tuttu ve beni kalabalığın arasından çekmeye başladı. Neler olup bittiğini anlamıyordum. Herkes neşeyle dans ediyor, tebrikler sunuyordu. Biz ise sanki bir suç işlemiş gibi hızla uzaklaşıyorduk. “Murat, ne oluyoruz Allah aşkına? Kız kardeşimin en mutlu gününde böyle apar topar nereye gidiyoruz?” diye sordum, sesimdeki panik gitgide artıyordu. Murat, beni aceleyle dışarıya, gece karanlığına doğru sürüklerken, sadece “Sonra anlatacağım, şimdi gitmeliyiz” diyordu. Arabaya bindiğimizde, motoru çalıştırır çalıştırmaz gaza kökledi. Gaziantep’in ışıklı caddelerinde hızla uzaklaşırken, içimde tarifsiz bir merak ve korku filizleniyordu. Kız kardeşimin o mutlu yüzü, Murat’ın o gergin ifadesi… Bu telaşlı gidişin ardında ne vardı? Neden birdenbire her şey değişmişti?
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..