enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak

Bilgi: Klavye yön tuşlarını kullanarak galeri resimleri arasında geçiş yapabilirsiniz.

Düğünümden sadece birkaç saat önce ağabeyim mesaj attı

Düğünümden sadece birkaç saat önce ağabeyim mesaj attı: “Düğününe gitme. Karının dolabına bak!” Şaka olduğunu sandım ama dolabın kapağını açtığımda nutkum tutuldu. 39 cevapsız arama.
Düğünümden önceki sabah, garip bir şekilde sakin uyandım. Smokinim ütülenmiş ve gardırop kapağında tertemiz asılıydı. Mekan hazırlanmıştı. Sağdıcım, ağabeyim Eric, yüzükleri aldığını söylemek için az önce mesaj atmıştı. Her şey mükemmel, neredeyse sinematik bir düzende gibiydi.
Ta ki sabah 10:47’ye kadar.
Tam o sırada telefonum tekrar titredi. Eric’ten bir mesaj daha. Bu yüzüklerle ilgili değildi.
Düğününe gitme. Karısının dolabına bak. Hemen.
Ekrana göz kırptım. Bu bir şaka mıydı? Karanlık, kötü zamanlanmış şakalarından biri miydi?
Dostum, ne? Mesajıma cevap geldi.
Cevap yok. Birkaç dakika bekledim, başparmağım onun iletişim bilgilerinin üzerindeydi. Aradım. Doğrudan sesli mesaja.
İlk başta, gülüp geçtim. Gerginliğim normaldi. Belki de sunakta son dakika güven testi yapmam için bana şaka yapmaya çalışıyordu. Çocukluğumuzda hep kara bir mizah anlayışımız vardı ama o mesajın tonunda -“Şimdi”nin o keskin kesinliğinde- şakacı bir şey yoktu. Acildi. Soğuktu.
Uzun bir süre ekrana baktım, kelimeler retinama işledi. Sonra saate baktım. Törene üç saat kalmıştı. Midemde bir buz düğümü oluşurken, dairemizin karşısındaki yatak odasına yürüdüm. Yatak odamıza.
O odadaki her şey onu haykırıyordu. Beyaz ipek sabahlığı bir sandalyenin üzerine atılmış, en sevdiği parfümünden bir şişe şifonyerin üzerinde duruyordu ve düğün davetiyemiz aynaya küçük bir kalple iliştirilmişti. Ev içi mutluluğun bir sahnesiydi, kusursuz bir yalandı. Dolabına yavaşça yaklaştım, elim kulpta tereddüt ediyordu. Ne bulmayı bekliyordum ki? Hiçbir şey, değil mi? Bunların hepsi bir yanlış anlamaydı.
Ama kapıyı açtığımda nefesim boğazımda düğümlendi.
En arkada, özenle ütülenmiş elbiselerinin arkasında bir ayakkabı kutusu vardı. Normal bir kutu değildi. Kenarları koli bandıyla kaplıydı, sanki defalarca açılıp kapatılmış gibiydi. Kilit altında saklanan bir sır.
Açarken ellerim titredi. İçinde fotoğraflar vardı. Düzinelerce.
Onun ve onun fotoğrafları. Eski sevgilisi. Yıllardır konuşmadığına yemin ettiği, “pişmanlık verici bir bölüm” olarak görmezden geldiği eski sevgilisi. Bazıları samimi çekimlerdi; ikisi akşam yemeğinde başları birbirine yakın, gülüyorlardı. Diğerleri ise açıkça otel odalarında çekilmişti. Yakın zamanda kaldıkları otel odaları. Dijital baskılardaki zaman damgaları, hasta annesini ziyaret ettiğini söylediği hafta sonlarıyla uyuşuyordu. Dizlerimin bağının çözüldüğünü hissettim. Ama daha fazlası vardı. Otel kırtasiyesine yarı buruşturulmuş el yazısı bir not, kutunun dibinde duruyordu.
Keşke saklanmak zorunda kalmasaydık. Ama yakında o çekip gidecek ve yine sadece biz olacağız.
Dolaptan, canlı bir kabloya dokunmuşum gibi sendeleye sendeleye çıktım. Ciğerlerimdeki hava çekilmişti. Kurduğumuz her şey -iç şakalar, gece yarısı sohbetleri, düğün planlamaları, birlikte yazdığımız yeminler- bir anda yerle bir oldu, kasırgada iskambilden bir ev.
Ve Eric biliyordu. Bu da bunun sadece ihanetten ibaret olmadığı anlamına geliyordu. Çok daha fazlası.
Ellerim o kadar şiddetli titriyordu ki telefonumu zar zor tutabiliyordum. Ayakkabı kutusu ayaklarımın dibinde, içindekiler bir rüyanın külleri gibi yere saçılmış halde, yatağın kenarına oturdum. Her fotoğraftaki gülümsemesi artık bir alay, bedelini sevgim ve sadakatimle ödediğim acımasız bir gösteri gibiydi.
Eric’i tekrar aradım. Bu sefer telefonu açtı. Sesi kısık ve gergindi. “Kontrol ettin mi?”
“Evet,” diye sesim titredi. “Ne kadar zamandır biliyordun?”
Aramızda uzun, ağır bir sessizlik oldu. “Yeterince uzun,” dedi, sözleri beni kemiklerime kadar ürperten bir yorgunlukla doluydu.
Sıcak ve saf bir öfke göğsümde yükseldi. “Neden daha önce söylemedin? Bunu haftalar önce, aylar önce bırakabilirdik!”
“Çünkü,” dedi gergin bir sesle, “bu sabaha kadar kanıtım yoktu. Ve bulduğumda, zamanımızın dolduğunu fark ettim.”Bu beni dondurdu. “Ne demek istiyorsun?”
Eric, çakıl taşı sürtme sesi gibi bir ses çıkararak nefes verdi. “Dinle, bunların hiçbirini bulmamam gerekiyordu. Eski sevgilisi, fotoğraflardaki adam, ona ulaşmış. Mesajı yakaladım. Çok… açıktı. İlk kez duyulacak kadar açıktı. İşte o zaman araştırmaya başladım.”
“Nereden buldun?” diye sordum, midem bulanmaya başlamıştı.

Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..
error: Content is protected !!