Ardından evden çıkan o tablet bilgisayarını aklımda bir şeylerin yolunda gitmediği hissiyle aldı gözüm. Sunumu orada mı saklıyor diye düşünmeden oturduğum yerden kalkıp, sözde toplantının yapılacağı otele koştum. Ama lobide tuhaf bir şey sezdim… Her şey sessizdi. Ne müzik, ne kalabalık, ne de bir toplantı hazırlığı. Resepsiyonist dahi şaşkındı: “Böyle bir etkinlik yok bugün” dedi.
Ardımda bir buz gibi sızı… Yine de bir ihtimal isim altında soru sordum. Evet, bir oda görünüyordu. Asansörle üst kata çıktım ve koridorun sonunda hayal edemeyeceğim bir sahneyle karşılaştım: Gülen yüzler, sarılan iki kişi… Eşim ve en yakın arkadaşım. İçimde bir şey dondu; ama dizlerim yerine gelmeden elimdeki tablette o anı yakalamayı başardım.
Televizyon etkisi gibi yavaş çekimde o sahneyi izledim; bir yandan kalbim, diğer yandan aklım kontrolümü sağlıyordu. Hemen eşinin iş telefonunu çevirdim ve titremeyen bir sesle “Bunu görmelisin,” dedim. Beklediğimden çok daha hızlı geldi ve lobide buluştuk. Fotoğraflara bakan gözlerindeki donuk ifade, benimkinin aynısıydı.
Birkaç gün sonra her iki evlilik de boşanma evraklarıyla sarsıldı. Ancak bu sadece başlangıçtı—ayrılışı takip eden günlerde çektiğim görüntüler “tesadüfen” sevdiklerinin mesajlarına, sosyal medyaya taşındı. İletişim ağlarında “acı gerçekler” hızla yayıldı.
İhanetleri ortaya çıkınca terfi hayalleri suya düştü. Eşim, iş yerinden bir ihbarla: “Güven zedelendiği için işten çıkartıldı” ilanıyla kovuldu. İş ortaklarından “Böyle biriyle çalışmamız imkânsız” diyenler ardı ardına geldi. Ünü paramparça oldu.
Ben ise bir kapı kapattım ardımdan; sessizce, ondan bambaşka bir dünyaya yürüdüm. Hayat bazen adaletini hızla işler… Hele biraz cesaretle yol alırsan.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..