“Ne oldu?” diye güldüm hafiften. “Sinyal mi açmayı unuttum?”
Öfkeli bir şekilde havladı—kısa bir “hav” değil; ısrarcı, sanki tartışıyormuş gibi.
“Sus, Bella,” dedim. Yola da bakıyor, onun bu haline anlam vermeye çalışıyordum. Normalde arabada herkes sessiz olur. Ama şimdi… sanki bir şeyden tedirgin olmuş gibiydi.
“Acıktın mı? Uykun mu geldi?” diye sordum; tepkisizdi. Öne doğru eğildi, sadece bana bakıyordu—ama gözlerinde huzursuzluk vardı.
“Şey… beni korkutuyorsun artık.” pencerede, elimi direksiyondan çekmeden burnunun üstüne bıraktım.
O zaman fark ettim—sadece bana bakmıyordu. Bana bakarken bir yandan da başka bir yere, çok ürkütücü bir şeye bakıyordu. Frenle ve bir anda arabayı sağa çektim.
İndiğimde kaputu açtım; her şey iyi görünüyordu. Ama altına bakınca yolun üzerine düşmeye başlayan bulanık bir sıvı gördüm.
“Fren hidroliği…” diye içimden geçirdim. Parmağımla damlalarını yokladım; kokusu korkumu doğruladı. Fren hortumlarından biri yırtılmıştı ve sıvı yavaşça akıyordu.
Bunu fark etmeseydik, özellikle otoyolda giderken frende tam bir arıza yaşanabilirdi. Bella’ya baktım. Oturmuş, sakin, ama dikkatle beni izliyordu.
“Sen bugün koruyucu meleğimsin,” dedim, başını okşayarak. O an anladım ki bu tuhaf bakış ve bağırışlar bir oyun değilmiş—o bizi kurtarıyordu.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..