Tam o anda uzak köşede, tel kafesin gölgesinde duran bir Alman çoban köpeği dikkatini çekti. Diğer köpeklerden farklıydı; ne yalvarırcasına ses çıkarıyor ne de bağırıyordu. Devasa gövdesi ve güçlü duruşu vardı, ama çevresindeki kaosa tamamen kapalıydı.
Bir an durdu ve içten, kararlı bir sesle, “Onu istiyorum,” dedi.
Barınak görevlisi şaşkınlıkla başını kaldırdı:
— Sanırım yanlış anladınız, bu köpek tehlikeli. Biz bile kontrol edemiyoruz. Saldırgan davranışları var, öldürmeyi bile düşündük.
Kız tebessümle başını salladı:
— Sorunumuz bu değil. Hepimizin eksikleri var. Umarım karşılıklı anlayış mümkün olur.
Kafes kapısı açıldı ve içeri girildiğinde salonun havası bir anda değişti. Ziyaretçilerin tedirgin bakışları ve görevlinin endişesi eşliğinde, köpek gergin adımlarla yürüdü. Kulakları dik, gözleri kıza odaklanmıştı.
O an herkes nefesini tutmuştu.
Sonra beklenmedik şey oldu: Köpek dikkatle yaklaştı, yere doğru eğildi ve kızın bacaklarına nazikçe yaslandı. Onun kokusunu aldı; tekerlekli sandalyeyi ve dizlerini bir explore gibi inceledi. Ardından, sakin bir şekilde yere yatıp gözlerini kapadı.
Göz göze geldiler. Kız elini uzattı—köpek ürkmeden, havlamadan ya da uzaklaşmadan okşanmasına izin verdi. Aksine, rahat bir iç çekip tüm enerjisini bırakarak, huzur içinde uyudu oracıkta.
Salon bir anda öyle sessizleşti ki insanlar şaşkınlıktan fısıldadı: “Bu hiç olmamıştı… Kimse böyle bir yaklaşım beklemiyordu.”
Kız eğildi ve dürüst bir sesle mırıldandı:
— Artık birlikteyiz. Sen benimlesin.
O gün, korkulan ‘vahşi’ çoban köpekle birlikte o evden çıktılar. Ve böylece, çoğu insanın gülüp geçebileceği yüzeysel tanımları bir kenara bırakarak, gerçek bir bağ başlamış oldu.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..